Bedava Sitem Super Aktif v1 Temasi

PAYLASİMCİNİ

ATATÜRK'ÜN ASKERLİK DÖNEMİ VE HAYATI (2)

1916 - 1917; Kafkasya Cephesi; Güneydoğu ve Doğu Bölgeleri


 

Tuğgeneral Mustafa Kemal (Atatürk) Paşa at sırtında Bitlis'deki askeri birliği denetlemesi sırasında (1916)

Mustafa Kemal (Atatürk), 27 Ocak 1916'da karargahı Edirne'de bulunan Onaltıncı Kolordu Komutanlığı'na atandı. Kısa süre sonra bu Kolordu'nun aynı isimle Diyarbakır'da kurulması kararı üzerine yine Kolordu Komutanı olarak 11 Mart 1916'da Diyarbakır-Bitlis-Muş Cephesine tayin edildi. Mustafa Kemal (Atatürk), 26 Mart 1916'da Diyarbakır'a gelerek komutayı ele aldı. 1 Nisan 1916'da Mirlivalığa(Tuğgeneral) yükseldi ve Paşa unvanı almış oldu. Diyarbakır'a gelişini takiben kısa bir hazırlıktan sonra 3 Ağustos 1916 sabahı emrindeki kuvvetleri Bitlis ve Muş yönünde taarruza geçirdi; Ruslarla iki tümenimiz arasında taarruz ve karşı taarruz şeklinde şiddetli çarpışmalar oldu. Nihayet 8 Ağustos 1916 sabahı Muş, aynı günün akşamı Bitlis kuvvetlerimiz tarafından düşman işgalinden kurtarıldı. Muş; ne yazık ki 25 Ağustos 1916'da tekrar Rusların eline düşmüştü. Mustafa Kemal (Atatürk) Paşa, 2. Ordu Komutanlığı sırasında, 14 Mayıs 1917'de Muş'u ikinci defa Rus işgalinden kurtardı.


1916; Mustafa Kemal (Atatürk) ve İsmet İnönü İle tanışmaları

Mustafa Kemal (Atatürk) Paşa, Aralık 1916'da Ahmet İzzet Paşa'nın izinli olarak bir süre İstanbul'a gitmesi üzerine vekaleten 2. Ordu Kumandanlığına tayin edildi. Karargahı Diyarbakır'da olan bu ordunun Kurmay Başkanı Albay İsmet (İnönü) Bey'di. Büyük Kumandanın, İnönü ile yakından tanışması, emir-komuta zinciri içinde çalışması bu tarihlere rastladı.


1917 - 1918; Almanya Ziyareti

Mustafa Kemal (Atatürk) Paşa,14 Şubat 1917'de Hicaz Kuvve-i Seferiyesi Komutanlığı'na atanması üzerine Şam'a giderek Sina Cephesini teftiş etti ise de 7 Mart 1917'de karargahı Diyarbekir'de bulunan 2.Ordu Komutan Vekilliliğine atandıktan sonra Hicaz Kuuveyi Seferiyesi Komutanlığına getirilmek istendi. Ancak bunu kabul etmeyerek tekrar Diyarbakır'a dönen Mustafa Kemal (Atatürk) Paşa, 16 Mart 1917'de asaleten 2. Ordu Komutanlığına getirildi. Fakat bu görevde de çok kalmayarak 5 Temmuz 1917 tarihinde Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığı'na bağlı olarak Halep'te kurulması kararlaştırılan 7. Ordu'nun başına getirildi. Bu cephenin umumi idaresi Falkenhein adlı bir Alman generaline verilmişti. Mustafa Kemal (Atatürk) Paşa, 15 Ağustos 1917 günü Halep'e gelerek göreve başladı. Fakat bir süre sonra General Falkenhein ile aralarında askeri görüşler ve uygulanacak harekat bakımından anlaşmazlık çıktı; bu anlaşmazlık sonucu Mustafa Kemal (Atatürk) Paşa, 1917 Ekim başlarında istifa mecburiyetinde kaldı. Kendisine tekrar Diyarbakır'daki eski görevi teklif edildi ise de kabul etmeyerek İstanbul'a geldi. 7 Kasım 1917'de Genel Karargah'ta görevlendirildi. Ancak kısa süre sonra Veliaht Vahdettin Efendi'nin maiyetinde Alman Umumi Karargahını ve Alman Cephelerini ziyaret etmek üzere Almanya seyahatine iştirak etti.

15 Aralık 1917 - 4 Ocak 1918 arasını kapsayan bu seyahat esnasında Mustafa Kemal (Atatürk), Alman askeri çevrelerinde incelemeler yaparak, Alman İmparatoru II. Wilhelm ve devrin tanınmış komutanlarıyla görüştü. Onlara -hoşlanmasalar da- I. Dünya Harbi'nin muhtemel sonuçları hakkındaki görüşlerini açıkça ve belirgin şekilde anlatıyordu.


1918; Sina ve Filistin Cephesi


 

Ahmet İzzet Paşa ve Subay arkadaşlarıyla beraber İkinci Ordu Komutanı Mustafa Kemal (Atatürk) Paşa (1917)


 

A7. Ordu komutanı ve Padişah'ın yaveri Mustafa Kemal (Atatürk), yaverleri ile beraber. Salih Bozok, Şükrü Tezer, Cevat Abbas Gürer (1918)

Mustafa Kemal (Atatürk) Paşa, 20 gün süren Almanya seyahatinden İstanbul'a döndükten bir süre sonra böbrek rahatsızlığı nedeniyle Viyana ve Karlsbad'a giderek tedavi gördü. 13 Mayıs 1918 - 4 Ağustos 1918 arasını kapsayan bu seyahat Sultan Reşat'ın vefatı ve Vahdettin'in cülûsu üzerine 2 Ağustos'ta sona erdi ve İstanbul'a döndü. Dönüşü General Falkenhein'in yerine Yıldırım Ordular Grubu Komutanlığı'na getirilmiş olan General Liman von Sanders'in emrindeki 7. Ordu'ya Ağustos 1918'de tekrar komutan oldu. Ardından Mustafa Kemal (Atatürk)'e "Fahri Yaver Hazreti Şehriyari" (Padişahın Onursal Yaveri) unvanı verildi ve 15 Ağustos 1918 günü Halep'e geldi. 19 Eylül 1918'de Allenby komutasındaki İtilaf kuvvetleri genel taarruza geçerek üç ordudan oluşan Yıldırım Orduları Grubu'nu ağır bir hezimete uğrattılar. 1 Ekim'de Şam, 25 Ekim'de Halep düştü. Bu bölgedeki Türk Ordusu dağılmaktan kurtarılmış; büyük bir düzen içinde Halep'e kadar çekilme başarısını göstermişti. Fakat Birinci Dünya Savaşı Almanya ve müttefikleri aleyhine gelişiyordu. 29 Eylül 1918 tarihinde Bulgaristan savaştan çekilmiş, 4 Ekim 1918 tarihinde de Almanya mütareke istemişti. Artık yapacak birşey yoktu ve Padişah'ın Onursal Yaveri Mustafa Kemal (Atatürk) Paşa, VI. Mehmet (Vahdettin)'in başyaveri Naci Bey (Eldeniz)'e bir telgraf çekerek "Yıldırım Orduları Grubu'nun savaş gücünün kalmadığını" bildirerek mütareke istemesini önerir. Ayrıca yeni hükümette kendisinin Harbiye Nazırı ve Başkumandan Vekili olarak görevlendirilmesini ister.


1918; Mondros Mütarekesi(Antlaşması)


 

Tuğgeneral Yıldırım Orduları Komutanı Mustafa Kemal (Atatürk) Paşa (31 Ekim 1918).

İttifak Kuvvetleri'nin başı olan Almanya antlaşma istemiş ve savaştan çekilme kararı almıştır. Onunda öncesinde Bulgaristan savaştan çekilme kararı alır ve artık Osmanlı Devleti yalnız kalmış, Sina ve Filistin Cephelerinde yaşanan ağır kayıp devletin sırtındaki yükün üstüne yükler yükleyerek daha da kötü bir hal almış ve sonunda Osmanlı Devleti'de antlaşma istemek zorunda kalmıştır. O antlaşma, Mondroes Mütarekesi olarak bilinecek olan içinde ağır kararların bulunduğu teslimiyetçi ruhun acizliğinin aynaya yansımasından başka birşey değildir. Mondros Mütarekesi 1918'in 30 Ekim günü imzalanmış ve hemen ertesi günü yürürlüğe girmiştir. Mütareke(Antlaşma)'nın gereği olarak öncelikle; Yıldırım Orduları Grubu kumandanı olan Otto Liman von Sanders Paşa'nın görevden alınır ve yerine Tuğgeneral Mustafa Kemal (Atatürk) Paşa bu göreve getirilir.

 

Mondros Mütarekesi şartlarına dayanılarak memleketin birçok bölgesi galip devletlerce işgal edilmiş, ordumuz dağıtılmış, bütün silah ve cephane galip devletlerin emrine verilmişti. Osmanlı memleketleri tamamen parçalandığı gibi, Türk'ün ana yurdu, Anadolu da galip devletler arasında taksime uğruyordu. İtalyanlar Antalya'ya çıkmıştı. İskenderun, Adana, Mersin, Antep, Maraş, Urfa işgal altında idi. Kars'ta İngilizler idareyi ele almıştı. Trakya işgal altında idi. Düşman donanması İstanbul sularında demirlemişti. Çanakkale ve İstanbul Boğazları tutulmuştu. İstanbul ve İstanbul Hükûmeti İtilaf Devletlerinin baskı ve kontrolü altında idi. Padişah ve hükümet, düşmanlara alet olmuş, aciz ve şaşkın bir vaziyette sadece kendileri için emniyet ve kurtuluş yolu aramakta idiler. Anadolu'nun her şehrinde ecnebi subaylar dolaşıyor, İtilaf Devletleri temsilcisi sıfatıyla direktifler veriyorlardı. Yunanlılar da İzmir'i işgal hazırlıklarıyla meşguldu; bu yolda büyük çaba harcıyorlar, İtilaf Devletlerini iknaya çalışıyorlardı. Nihayet 15 Mayıs 1919'da bu gayelerine eriştiler.

Olayların bu şekilde gelişeceğini Mustafa Kemal (Atatürk), önceden sezinlemişti. Nitekim Mondros Mütarekesi'nden 5 gün sonra, 5 Kasım 1918'den itibaren Harbiye Nezaretinden Mondros Mütarekesi gereğince ordulara terhis emirleri gelmeğe başladı. Atatürk, aynı gün Adana'dan Sadrazam Ahmet İzzet Paşa'ya ilk ikaz telgrafını çekti: "Ciddi olarak arzederim ki gereken tedbirleri almadıkça orduyu terhis etmeyiniz! Şayet orduları terhis edecek ve İngilizlerin her dediğine boyun eğecek olursak düşman ihtiraslarının önüne geçmeğe imkan kalmayacaktır". Bu, Atatürk'te, her şey bitti zannedilen bir zamanda da kurtuluş ümidinin sönmediğini, pek çoklarının düştüğü yeis ve ümitsizliğe asla kendisini kaptırmadığını gösterir. Fakat, acıdır ki Mustafa Kemal (Atatürk) Paşa tarafından yapılan bütün bu haklı itirazlar etkisiz kalır ve ordunun terhisine sür'atle devam edilir. Çünkü genel kanaat, İtilaf Devletleri ile herhangi bir mücadeleye giremeyeceğimiz, böyle bir mücadelenin aleyhimize sonuçlanacağı idi. Olaylar bu istikamette gelişmeye devam eder ve 7 Kasım'da Yıldırım Orduları Grubu ile 7. Ordu lağvedilir. Mustafa Kemal (Atatürk) arından Adana'dan İstanbul'a hareket eder ve 13 Kasım'da İstanbul'a Haydarpaşa Garı'na ulaşır. Fethi Bey (Okyar) ile birlikte Ahmet İzzet Paşa (Furgaç) yanlısı ve Ahmet Tevfik Paşa (Okday) karşıtı bir tavrı koyan "Minber gazetesini" çıkararak siyasi girişimlerde bulunmaya başlarlar.


Kurtuluş Savaşı Diğer Bir Adıyla Milli Mücadele Dönemi (1919 - 1923)


1919; Örgütlenme Dönemi

Mütareke Türkiye'si, aklın alamayacağı derecede karışık bir Türkiye'dir. Bölgesel direnme hareketlerine öncülük eden Müdafaa-i Hukuk, Muhafaza-i Hukuk, Redd-i İlhak gibi cemiyetlerin yanı sıra özellikle İstanbul'da güya kurtuluş çareleri arayan yüzlerce cemiyet kurulmuştu. İngiliz Muhipleri Cemiyeti, Wilson Prensipleri Cemiyeti, Türk-Fransız Muhipleri Cemiyeti, Cemiyet-i Akvam, Müzaheret Cemiyeti bunlann başlıcalarıdır. Kurtuluş çareleri değişikti. Bir kısmı İngilizlerin, bir kısmı Fransızların himayesini istiyordu, bir kısmı Amerikan mandasını öneriyordu. Bir kısım kimseler de Mondros Mütarekesi gereğince padişah ve halife için hükümranlık hakkı tanınan küçük bir bölgede Osmanlı Devleti'ni sembolik olarak devam ettirme düşüncesinde idiler. Memleketin içinde bulunduğu karışıklıktan istifade çareleri arayan bazı cemiyetler de vatan toprakları üzerinde milli birliği parçalayıcı faaliyetlere girişmişlerdi.

Padişah ve hükümetini saran bu umutsuzluğa rağmen, milletimiz, haksız işgal ve istilalara karşı nefsini müdafaa yolunda her çabayı gösteriyor; memleketin çeşitli yörelerinde düşmanla mahalli kuvvetler arasında çarpışmalar oluyordu. Diğer taraftan mütecaviz dügmana karşı koymak ve kurtuluş çareleri aramak üzere Anadolu'da yer yer milli teşkilatlar oluşturuluyordu. Ancak bütün bu kuruluşlar, ayrı ayrı çalışmaları sebebiyle istenilen ölçüde etkili olamıyorlar, bütün memleketi kapsayan bir hareket ve birlik gösteremiyorlardı.


19 Mayıs 1919; Atatürk ve Beraberindekilerin Samsun'a Ayak Basışı


 

9. Ordu Müfettişi Mustafa Kemal (Atatürk) Paşa, Samsun'a gitmeden önce (Mayıs 1919).

Bu durum karşısında ciddi ve gerçek karar ne olabilirdi. Tarih kültürü çok geniş olan ve tarihten sonuç çıkarmasını çok iyi bilen Atatürk, gerçek kararı sezmekte gecikmedi. Bu vaziyet karşısında bir tek karar vardı. O da milli egemenliğe dayanan, kayıtsız şartsız bağımsız yeni bir Türk Devleti kurmak idi. Atatürk'e göre önemli olan "Türk milleti'nin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıydı. Ne kadar zengin ve refah içinde olursa olsun, istiklalden mahrum bir millet, medeni insanlık karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye layık görülemezdi. Yabancı bir milletin himaye ve efendiliğini kabul etmek, insanlık vasıflarından yoksunluğu, acizlik ve miskinliği itiraftan başka birşey değildi. Halbuki Türk'ün haysiyet ve gururu çok yüksek ve büyüktü. Böyle bir millet esir yaşamaktansa mahvolsun daha iyiydi". Öyleyse Milli Mücadele'nin parolası "Ya istiklal ya ölüm!" olacaktı. Artık Anadolu'ya geçerek Milli Mücadele bayrağını açmak gerekiyordu. İşte bu sıralarda, Mustafa Kemal (Atatürk) Paşa'ya Dokuzuncu Ordu Müfettişliği teklif edildi. Mustafa Kemal (Atatürk), kendisine geniş salahiyetler tanıyan bu vazifeyi kabul etti.

 

16 Mayıs 1919 günü Bandırma vapuru ile İstanbul'dan hareket eden; Refet Bey (Bele), Kazım Bey (Dirik), Mehmet Arif Bey, Hüsrev Bey (Gerede) ile beraber Mustafa Kemal (Atatürk) Paşa, olağan üstü yetkiler ile donatılarak; Vilayet-i Sitte (Altı Vilayet)'yi "Büyük Ermenistan" ve "Bağımsız Kürdistan" projelerinden koruması ile Samsun ve çevresindeki asayişsizliğin biran önce önüne geçmek için görevlendirildi. 19 Mayıs 1919 günü sabahı Samsun'da Anadolu topraklarına ayak bastı. Hükûmete verilen İnqiliz raporlarında, bu bölgede Türklerin, Rumlara karşı gerilla hareketine giriştikleri ve bölgenin asayişini bozdukları bildirilmekte ise de durum tam tersine idi. Bu bölgede, Pontus Rum Devleti kurma amacına yönelik geniş bir Rum faaliyeti vardı. Baskı gören Rumlar değil, Türklerdi. Rum Patrikhanesinden idare edilen Mavri Mira Cemiyeti bu bölgede kurduğu çeteler vasıtasıyla Türk köylerini basıyor, katliamlar yapıyor, yerli halkı yıldırmak istiyordu. Bu girişimlere karşı vatansever Türkler de mukabil çeteler oluşturmuşlar; bölge Rumları ile mücadeleye başlamışlardı. Bütün bu gerçeklere rağmen Mustafa Kemal (Atatürk) Paşa'ya verilen talimat gereğince bölge Türklerinin direnmeleri önlenecekti. Mustafa Kemal (Atatürk) Paşa, görevi kabul için Ordu Müfettişliği sıfatı ve geniş salahiyetler istedi. İstanbul Hükûmeti bu istekleri de kabul etti.


 

Bu dönemde Osmanlı İmparatorluğu toprakları üzerinde başlayan isyanlar

Saray ve İstanbul Hükümeti, Mustafa Kemal (Atatürk) Paşa'nın bu görevi yapacağını zannetmişti. Oysaki Mustafa Kemal (Atatürk)'in düşünceleri tamamen başka idi. Ama bu görev, kuşkuları çekmeksizin Anadolu ya geçmek için değerlendirilmesi gereken bir fırsattı. Kendisine verilen yetkileri de, geri alınıncaya kadar milletin menfaatleri adına kullanmak vicdani bir davranış idi. Esasen olayların akışı da kısa zamanda bunu ispatlayacaktı. Mustafa Kemal (Atatürk) Paşa İstanbul'dan ayrılmadan önce başta sadrazam olmak üzere kabine azalarının hemen hepsi ile ve en sonunda Padişahla görüşmüştü. Fakat bu kişilerin hiçbirinde memleketi içinde bulunduğu badireden kurtaracak bir enerji, bir ümit ışığı görmemiş, görememişti. İstanbul Hükümetinin ve Padişahın davranışlarında İtilaf Devletlerini gücendirmemek görüşünün ağır ezikliğini hissetti. Oysaki onların kararlarına uymak değil, karşı koymak lazımdı. İşte Anadolu'ya bu gaye ile gidiyordu. Mustafa Kemal (Atatürk) Paşa'nın İstanbul'dan ayrılırken yakın arkadaşlarına söylediği şu sözler bu bakımdan büyük önem taşımaktadır: "Düşman süngüsü altında milli birlik olamaz. Ancak hür vatan topraklarında memleketin istiklali ve milletin hürriyeti için çalışılabilir. Bu gayeyi tahakkuk ettirmek üzere Anadolu'ya gidiyorum".

Mustafa Kemal (Atatürk) Paşa, Anadolu'ya geçer geçmez planını uygulamaya başladı. 21 Mayıs 1919'da Kazım Karabekir'e bir telgraf çekti.


Çekilen telgrafta şu sözlere yer veriliyor :

"Umumi durumumuzun aldığı vahim şekilden pek müteessirim. Millet ve memlekete borçlu olduğum en son vicdani vazifeyi yakından müşterek çalışma ile en iyi şekilde yerine getirmek mümkün olacağı kanaati ile bu son memuriyeti kabul ettim".


Mustafa Kemal (Atatürk) Paşa, Samsun'a çıktıktan 2 gün sonra, 21 Mayıs ve 22 Mayıs 1919'da Genelkurmay Başkanlığı'na ve Sadrazamlığa Samsun ve çevresindeki asayişsizliğin sebeplerini açıklayan, ne İstanbul Hükûmeti'nin, ne de İtilaf Devletleri temsilcilerinin hoşlanmadığı iki telgraf çeker.

21 Mayıs 1919 tarihli Genelkurmay Başkanlığına çekilen telgrafın içeriği şu şekildedir :

"Rumlar bu bölgede, Pontus Hükümeti teşkili gibi bir safsata etrafında toplanmış ve Rum çeteleri hemen kamilen siyasi bir şekle dönüşmüştür".


22 Mayıs 1919 tarihli Sadrazamlığa çekilen telgrafın içeriği şu şekildedir :

"Millet birlik olup hakimiyet esasını, Türklük duygusunu hedef almıştır".


Mustafa Kemal (Atatürk)'in çekmiş olduğu telgraflarda belirttiği raporlar neticesinde İtilaf Devletleri temsilcileri İstanbul Hükümetinden sordu: "Tanınmış bir Türk generalinin Anadolu'da ne işi vardır?" Bunun üzerine İstanbul Hükûmeti, Anadolu'ya gönderdiği geniş yetkilere sahip olan Müfettiş Mustafa Kemal (Atatürk)'i geri çağırma girişimlerine başladılar.


22 Haziran 1919; Amasya Genelgesi

Kurtuluşa giden yolda atılan ikinci dev adımdan biriside Amasya Genelgesi'nin yayınlanmasıdır. Mustafa Kemal (Atatürk) Paşa'nın bizzat kaleme aldığı bildirinin altında imzaları olan isimler ise; Rauf Bey (Orbay), Refet Bey (Bele) ve Ali Fuat Paşa (Cebesoy)'dır. Bildiri, 1919 21 Haziranı 22 Hazirana bağlayan gece Esaslar, Mustafa Kemal (Atatürk) tarafından yaveri Cevat Abbas Bey'e, buradanda Erzurum'da 15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir'e ve Cemal (Mersinli) Paşalara da sunuldu. Onların onayının alınmasından sonra, bildiri, 22 Haziran 1919'da ülkenin en batısındakinden en doğusundakine kadar tüm mülki amir ve askeri komutanlara telgrafla Abdurrahman Rahmi Efendi tarafından ulaştırıldı. Böylece amaç ve gaye açıkça belirtilmiş ve özgürlüğe giden yolda yapılması gereken hususlar belirlenmiştir. Genelge'nin ana hatları ise; ilk kez ulusal egemenlik kavramı ortaya atılmış ve İstanbul'da başgösteren başta Hükümdarlık ve Hükümet yetkilileri olmak üzere gelişen olaylara seyirci kalmak ve teslimiyetçilikle suçlanmışlardır. Anadolu topraklarında parça parça olmuş mücadelenin ve binlerce cemiyetin birleştirilmesinden bahsedilmiştir. Ordunun terhisinin önüne geçmek ve Sivas'ta kongre toplanılacağı ve bu kongreye bölgelerinde yaşayan halkının desteğini kazanmış üç temsilcinin gelmesi istenmiştir.


3 Temmuz 1919; Mustafa Kemal (Atatürk)'in Erzurum'a Gelişi ve Askerlik Görevinden Sivil Hayata Geçişi

 


 

Kemal'in (Atatürk) askerlikten istifa ettiği gün, yaverleri; Muzaffer Kılıç ve Cevat Abbas Gürer (8 Temmuz 1919)

Mustafa Kemal (Atatürk) Paşa, Amasya Tamimi adıyla ünlü bu genelgesini yaptıktan sonra Erzurum'a geçmek üzere 27 Haziran 1919'da halkın sevinç gösterileri arasında Sivas'a geldi. Şehirde kaldığı 1 günlük süre içinde, Erzurum Kongresi'ni takiben Sivas'ta yapılacak Kongre için ilgililere gerekli direktifleri vererek Erzurum'a hareket etti. Atatürk, 3 Temmuz 1919 günü Erzurum'a geldi. Mustafa Kemal (Atatürk) Erzurum'a gelişinin nedenini şu sözler ile ifade ediyordu : "Benim Erzurum'a gelişim, bütün milletin ateşten bir çember içine alınmış olduğu bir zamana tesadüf etti. Bütün millet bu çemberin içinden nasıl çıkılacağını düşünmekte idi". O, Ilıca önlerinde Erzurumlular tarafından coşkun bir şekilde karşılandığı zaman Çukurova da muhacir olarak bulunup Erzurum'a dönen ihtiyar Mevlüt Ağa ile aralarında geçen konuşma, bu ateşten çember içinden mutlaka çıkılması gerektiği fikrini Atatürk'te daha da perçinledi. İhtiyar, fakat dinç Mevlüt Ağa'ya Mustafa Kemal (Atatürk) Paşa sordu:" - Çukurova gibi verimli bir memleketten niye döndün? Yoksa geçinemedin mi?" Mevlût Ağa derhal cevap verdi: "- Hayır Paşam, geçimimiz çok rahattı. Son günlerde işittim ki İstanbul'daki ırzıkırıklar, bizim Erzurum'u Ermenilere vereceklermiş. Geldim ki göreyim, bu namertler kimin malını kime veriyorlar?". Bu sözler, milletle beraber, millet için çalışmak üzere Erzurum' a gelen Mustafa Kemal (Atatürk) Paşa'yı çok duygulandırmış, gözlerini yaşarmıştı. Etrafındakilere döndü ve : "- Bu milletle neler yapılmaz" der. Mustafa Kemal (Atatürk), Erzurum'a gelişinden 5 gün sonra, 8-9 Temmuz 1919 tarihinde "Sine-i millette bir ferd-i mücahit" olarak çalışmak üzere çok sevdiği askerlik mesleğinden ve görevinden istifa ederek tarihi vazifesini artık milletin bir verdi olarak sürdürme kararı almıştır.

Bu alana istediğiniz resmi ve ya yazıyı koyabilirsiniz. Her sayfada görünür. Banner takas gibi şeyler konabilir !
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol